TAŞLARIN ÖZELLİKLERİ
Her yaratılan varlığın taş olsun, toprak olsun, bitki olsun, insan olsun hikmetle yaratılış gayeleri; Ayet ve tefsirlerle açık ve pek açık olarak bizlere göstermektedir.
Bismillahirrahmanirrahim
Şüphesiz ki, kalpleriniz yine katılaştı; taş gibi, hatta daha katı oldu. Çünkü taşlardan öylesi vardır ki, içinden ırmaklar kaynar. Öylesi de vardır ki, yarılır da içinden sular çıkar. Taşlardan öylesi de vardır ki, Allah korkusuyla (yerinden kopup) düşer. Allah, yaptıklarınızdan hiçbir zaman habersiz değildir. (Bakara 2, 74)
Yeryüzünde sizin için yarattığı, renkleri muhtelif nimetleri(size itaatkâr kıldı). Şüphesiz bunda(da) ibret alacak bir topluluk için kat'î bir delil vardır.(nahl16,13)
Şimdi, yerdeki bütün taşların ve cevâhirlerin ve mâdenlerin envaına bak. Bunların tezyinâtları ve menfaatli hâsiyetleri bir Sâni-i Hakîmin tezyini ile, tertibi ile, tedbîri ile, tasviri ile olduğunu onlara müteallik hakîmâne faydaları ve mesâlih-i hayatiye ve levâzımât-ı insaniye ve hâcât-ı hayvaniyeye muvâfık bir tarzda ihzârları gösteriyor.(sözler 33. 20 pencere)
Kimya bilgisinin ilk önderlerinden Câbir bin Hayyân :Madenler asılları itibariyle gezegenlerin yeryüzündeki nişanlarıdır ve bu yönleriyle yalnızca yeryüzü- ne ait olmayan birer cevherlerdir.
Kainat alemine baktığımızda dört anasır-ı esasından olan Yıldızlar, unsurlar, madenler, nebatlar ve bütün zerreler değişik fırtına içinde temizliklerini yaparak yaratılış gayelerini yerine getirirler .
Birer cevherler olan taslar madenler ilmini işaret eder. Topraktan gelen insan toprakla güçlenir ve topraga döner. Olgun insana gelinceye kadar bunların cümlesi sonuç yoludur.
ilahi nur ve sonsuz feyiz, teklik mertebesinden akıllar üzere unsurlara iner ve feyiz vermektedir.
Hak Taala bunu, nass ile bildirmiştir ki: "Güneş de yörüngesinde yürüyüp gitmektedir. Bu, güçlü ve bilgin olan Allah'ın kanunudur." (36/38)
Taşlardaki cevher onların yapısında degil mahiyetinde saklıdır. İnsan ve taşlar arasındaki bağlantıya baktığımızda, minarelerin eksikliği olan vitaminlerden besin yoluyla alamadıgını toprak enerji minareleriyle alır.
Gözle göremediğimiz meleki güç belli noktalarda, bulunan enerji merkezleridir. saf madde elementleri bir merdivenin basamakları gibi katı, sıvı gaz halinde bulunurlar. Minareler ise dogada katı halde görülmektedir.
Mâ’denler veyâ minerâller âlemi olan bu alem varlık mertebesinde, bir i’tibâr ile en ednâ (alçak) ve en suflî (düşük)varlık mertebesi olarak belirtilmiş olmasına rağmen, diğer bir i’tibâr ile bu minerâller cevherler ve ma’denler mertebesinde “İlâh-ı mutlak”ın irâdesine teslîmiyyet ve ibâdet ve tesbîhte en âlâ ve ulvî varlık mertebesinderlerdir.
Ya’nî Allah’ın irâdesine teslîm olma noktasında bitkilerden ve hayvânlardan daha ileri ve mûtîdirler.
Taşların, Hakk’ın Şâfi isminin tecellî etmesinde büyük bir sebeb ve aracı olmaları bu yüzden taaccüp edilecek (acayip karşilanacak) bir durum değildir.
Rabbînin kelimelerden mânayı bulan, harflere takılmaz. Eşyayı anlayana ne mutlu ki, ne görüp işitse Mevala'yı yâdeder.
Hak Taâlâ inayetiyle denizlerde dahi olan varlıkları insanın emrine vermiş, çeşitli taşlar; inci, mercan ve mıknatıs ve anber ve nice faydalı şeyler çıkartılmaktadır.
Meselâ dôğal taşların ba’zılarının tene temâs etmese bile faydalı etkilerinin sâdece mekânda bulunsa bile hikmeti vardır.
İnsân-ı Kâmilin bulunduğu mekânın civârına şeytânın yaklaşamaması (yaklaşirsa yanar) da olması gibi… Sözün Özü, bu taşlara ve değerli cevherlere kendi içimizde olgunlaşmayı, vücûd memleketimize ulaşmaya aracıdır.
Çünkü Cenabı Hakkın bizlere vermiş olduğu inançın kuvvetiyle içimizdeki zulümât deryâsında bulunan altını, yakutu, zümrüdü ve elması inkişâf ettirebilmemiz bu sâyede, hem âhiret ve hem dünyâ sıhhatine ulaşmaya birer aracıdır.
Yakut kuranı kerimde geçen üç taştandır. Yeşil canılılıgı Zümrüt gök taşı enerji alıış verişi saglar. Ametist bağlılıktan kurtarır. Kötü ruhları kovdugu söylenir. Denge ve uykuda sağlar
Kendi tabakalarında duran dört unsur, birbirine yavaş yavaş değişirler. Nitekim ateş, günlerin geçmesiyle ateş suretini terk edip, hava suretine girerek, ateş havaya çevrilir.
Hava dahi, yavaş yavaş hava suretini terk edip su suretine girer, hava su olur.
Su dahi yavaş yavaş toprak suretini tutup, su toprak olur.
Toprak dahi ateş suretine girip, toprak ateş olur. Bu yolla ve tersiyle dört unsur, bir suretten bir surete döner, sonunda yine kendi suretlerine geçerler.
Bu unsurların suret değiştirmesine istihale (başkalaşım) derler.
Hadisi şerif şehadet eder ki; Habib-i Ekrem sallallahü aleyhivesellem, Cebrail aleyhisselemala birlikte oldugu bir zamanda zeval vaktinden sormuştur ki: "Ey kardeşim Cebrail, zeval vakti mi?" Cebrail cevap vermiştir ki: "Hayır. Evet...
" Habib-i Ekrem (s.a.v.) sormuştur ki: "Hayır'dan sonra niçin evet dedin?" Cebrail cevap vermiştir ki: "Sen sorduğunda, henüz güneş zeval noktasına gelmemişti. Ben, hayır, deyinceye dek beşyüz mil yolu katedip, gün yarılayıcı noktadan zeval noktasına gelmişti.
Onun için evet, dedim."bu değişim içinde zaman hızlı bir sürette geçmektedir.
Kainatın yaratılış ilmi, Hak Teala arş-ı azamın nurundan ve onun altında, kırmızı yakut renginde arşın ayağına bitişik dört sütun üzerinde bir büyük kürsü yaratmıştır.
Arş-ı azamın altında, onun nurundan yeşil bir zebercet renginde büyük ve yeşil bir levha yaratmıştır.
Etrafını kırmızı yakut renginde yer etmiştir. Zümrüt renginde bir yeşil kalem yaratmıştır ki, uzunluğu yüz yıllık mesafe gitmiştir.
Onun içinde mürekkebi beyaz nur ve onun nurundan, kürsü karşısında, cennetlerin üstünde beyaz inci benzeri bir boşluk yaratmıştır ki,
bu, sidretülmünteha ve tuba ağacının asıl beslendiği yerdir.
Cebrail'in ve ona yakın meleklerin makamı buradadır. sidretülmüntehada büyük bir ağaç yaratmıştır ki, ona tuba ağacı derler.
Onun aslı sarı altındandır. Dallar kırmızı mercandandır. Yaprakları yeşil zümrüttendir. sidrede, yeşil zümrütten, minare şeklinde bir büyük direk yaratmıştır ki, sidreden yüksekliği yetmiş bin fersah mesafededir.O direğin başında beyaz inciden büyük bir kubbe yaratmıştır.
Birinci cennetin ismi, darülcelaldir ki, beyaz incidendir.
İkinci cennetin ismi, darüsselamdır ki, kırmızı yakuttandır.
Üçüncü cennetin ismi, cennetülme'vadır ki, yeşil zebercettendir.
Dördüncü cennetin ismi cennetülhulddur ki, sarı mercandandır.
Beşinci cennetin ismi, cennetünnaimdir ki, beyaz gümüştendir.
Altıncı cennetin ismi, cennetülfirdevsdir ki, kırmızı altındandır.
Yedinci cennetin ismi, cennetülkarardır ki, misktendir.
Sekizinci cennetin ismi, cennetüladndir ki, terleyen incidendir.
Her sarayın önünde dört nehir akar. Nehirlerden biri abıhayat, biri halis süt, biri tertemiz şarap, biri saf baldır.
Kâbe’nin duvarında bulunan ve öpülen hacer-i es'ad, beyt-i mamurdan yadigâr kalmıştır.
Bu taş, kırmızı yakut iken, tufanda Hak'kın emri ile hacer-i esved (siyah taş) olmuştur.
Cennet altında olan perde melekleri, denizleri, hazineleri, yedi göğü ve her gökte olan melekleri, güneş, ay ve yıldızların hareketlerini, kâinatın durumu ve atmosferi dört madde ile açıklar.
Onların altında taksim edilmiş rızıklar denizi vardır.
Onun altında nimetler denizi vardır. Onun altında su denizi vardır.
Onun altında hayat denizi vardır..
Yine ay için lacivert cevherden altmış kulplu bir mahfaza yaratmıştır ki, ona altmış melek tayin etmiştir.
Ay, arabasını yöneten melekler Gökte kayan ateş parçalarıyla, oralarda kulak misafiri olan şeytanları taşlarlar ve yakarlar.
Bütün şeffaf taşlar, yağmur sularından yerde hapsolan rutubetlerden oluşup, doğarlar. Şeffaf olmayan taşlarsa, güneşin hararetinin tesiriyle olan su ve yapışkan çamurun birleşmesinden oluşurlar.
Şeffat taşları oluşumu ve renklenişi, yağmur suları ve rutubet, zemin ve maden taşları ve mağaralar içinde hapsolup; madenler ile karışmayıp, nice bin yıl onda kalmakla ziyade safa ve sertleşme ve katılık kazanıp, onlardan öyle sert taşlar oluşur ki, su ve ateş ile etkilenip kırılmazlar.
Taşların tesirli ve güçlü olması, dört canlı elementlerin birleşmesiyle gerçekleşir. (Hava,Ateş, toprak, su)
Hava kanımız ruhun temizliği,
ateş şuur bakış,
toprak irade,
nefs, su duygularımız zihin temizliği, görevlerindeler.
Vücudumuzda her bir element arınma çalışmasını gerçekleştirir.
Ateş bütün arınma çalışması ile toprak ve su elementi şifa olarak, hava elementi ise zihinsel çabukluğumuzu yükseltir.
Kan ateş, toprak su birbiri arasında güclenirler.
Toprak iksirli bir cevher olarak bilinir.
Bütün elementler kendisinde buluşur ama o kendi yapısında tektir. Beden yapısını simgeler.
Hava ise kalbin bekçisi iman gücü, ateş ve suyun yapısına meyillidir.
Ateş nefis temizliğiyle öfkeyi sabırla temizler, zihnimizi uyanık tutan ve yükselişi sağlıyan suyada etki eder.
Bedenin tembel çalışmasını terbiye eden su da havaya meyillidir.
Ateşin yapısı hareketlilik olsada terbiye görevi olan suya meyilli olarak tembelleşir ve yetenekleri bastırır.
Şifalanma da ayrıca yarı değerli taş ve kristaller, şifalı bitki ve ağaçlar, hayvansal materyaller de kullanılır.
Elementlerin enerjisel etkileri yönlendirilerek rahatsız kişinin kendi içsel biyoenerjisi ve ataletleriyle ilgili evrensel enerjisi de dengelenir ve normalleştirilir.
Hakk’a ulaşma yolunda nefis mertebelerini aşmak için, ya da kalpteki perdeleri kaldırmak için ateş-i riyâzât, ve darb-ı mücâhede ile yol alınır.
Doğada yarı değerli ve değerli taşların oluşması da aynen sâliğin çektigi sıkıntılar gibi, zorlu süreçlerden sonra gerçekleşmektedir.
Nefis mertebelerini aşmaktaki zorluklara,, amel, cehd, sabır ve enâniyet ifnâsına karşilık olarak,, taşlar veyâ mineraller âleminde kişinin kendi nefsinde bu zikrettiğimiz doğal taşların karşilığı olan hâl ve mertebelere ulaşması bizzâtihi kendisinin bir şifâ sürecinin içinde bulunmasıdır.
Bostân'da, yüzüncü babda buyuruyor ki, (Nu’mân bin Beşîr, Resûlullahın yanına geldi. Parmağında altın yüzük vardı. (Cennete girmeden önce, niçin Cennet zînetini kullanmışsın?) buyurdu.
Demir yüzük kullanmağa başladı. Bunu görünce, (Niçin Cehennem eşyâsı taşıyorsun?) buyurdu. Bunu da çıkardı.
Bronz, ya’nî tunçdan yüzük takdı. Bunu görünce, (Niçin sende put kokusu duyuyorum?) buyurdu.
Nasıl yüzük kullanayım, yâ Resûlallah dedi. (Gümüş yüzük takabilirsin. Ağırlığı da bir miskâli geçmesin ve sağ eline tak!) buyurdu. Amr ibni Şu’âyb diyor ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, altın ve demir yüzükleri çıkartır, gümüş yüzüklere mâni’ olmazdı). Bunlar, (Mevâhib-i ledünniyye)de de yazılıdır.
Altın ile gümüşü süs olarak takmak yalnız kadınlara helâldir (Altından ve gümüşden başka ma’denlerden yüzük takmak, kadınlara da mekrûhdur.) Taş, tunç, pirinç, plâtin, bakır ve diğer ma’denlerden zînet olarak yüzük takmaları kadınlara da harâmdır.(mizacını bozar.) Ma’denin rengi ve kaplaması değil, içi, cinsi mûteberdir. Her taşdan ve ma’denden yüzük taşı yapmak câizdir.(imam-ı rabbani saadeti ebediye)